“Korku oyunlarında bir markadır” diyebileceğimiz yapımcılardan birisi olan Frictional Games’in yeni oyunu Amnesia: The Bunker, haziran başlarında çıkışını gerçekleştirmişti. Teknik açıdan da sıkıntısız çıkan bu oyun, aslında pek de ilgi toplayamadı gibi duruyor. Lakin türü itibariyle ve Amnesia isminin de biraz eskimiş olması sebebiyle bu normal geldi bana. Elbette bu demek değil ki, bakılmaya değer bir oyun olmamış.
- 2. Dünya Savaşı’nda askeri yer altı sığınağında, karanlıkta dolanan korkunç tehdide karşı hayatta kalmaya çalışın!
- Discord’da ilgini çekecek bir sohbet başladı! (Bize katıl!)
- YouTube’da yorumlarınızı bekliyoruz. Videolarımıza göz at!
- Bir önceki yazımız olan Final Fantasy 16 incelememizi de okumayı unutmayın!
Amnesia: The Bunker, Amnesia markasının içinde silah tutabildiğimiz ilk oyun. Oyunu ilk gördüğümüz andan itibaren de bununla ilgimizi çekmeye çalışmışlardı ve başarılı da olmuşlardı. Teması itibariyle de, ikinci dünya savaşında Fransızların askeri yer altı sığınağında hayatta kalmaya çalışan bir askeri oynuyor olmamız da çok büyük bir açığı yakaladı aslında sektörde. Askeri korku hikayeleri. Bunu ne kadar başardığından aşağıda bahsedeceğim.
Aynı zamanda oynanış olarak da, silah tutabilmemiz gibi özellikleriyle, biraz daha Alien Isolation ve benzeri korku türüne çevirmişler odağını. Hatta bu türe kendimce çıkarttığım yeni isimle söylersem; ‘’imm-horror’’ türü. Immersive-sim türünün alt kategorisi sayılabilecek (ne kadar gereği var tartışılır elbette) bu türde, ardımızdan ölümsüz bir yaratık bağırırken, ondan kurtulmanın çeşitli yollarını kendimiz spontane şekilde icat ediyoruz bu sırada da çeşitli objektifleri tamamlamaya çalışıyoruz. The Bunker’da bunu ne kadar başardıklarını da yine aşağıda açıklayacağım. Biraz uzun bir giriş oldu biraz, farkındayım.
‘’Askeri Korku Hikayeleri’’
Dediğim gibi aslında farkında olarak ya da olmadan büyük bir açığı keşfetti/doldurdu Frictional Games. Askeri korku hikayelerinin oyunlardaki açığı. Yine baktığımızda önümüzdeki seneler içinde, bu temada yeni örnekler göreceğiz aslında. Mesela CONSCRIPT ve Ad Infinitum aklıma gelen ilk örneklerden. Ki bunların da ne kadar ‘’askeri temada korku’’, ne kadar ‘’askeri korku hikayeleri’’ temasında olduğunu çıktığında göreceğiz. Neticede Amnesia The Bunker bunun ilk örneği (daha önce çıkmış, aklıma gelen başka bir isim yok) olmayı başardı. Fakat ne kadar başarılı işlemiş?
Oyuna Almanlar tarafından köşeye sıkıştırılmış iki Fransız askerinden birisini canlandırarak başlıyoruz. Arkadaşımızın can vermesiyle biz de bayılıyor ve bu yer altında sığınağında uyanıyoruz. Oraya nasıl geldiğimizi, nerede olduğumuzu ve orada neler olduğunu bilmiyoruz elbette. Fakat işlerin olması gerektiği gibi olmadığını fark etmemiz hiç de uzun sürmüyor.
Amnesia: The Bunker
Amnesia, serinin önceki oyunlarını da oynayanlar bilecektir ki, hikayesini doğrudan ara sahnelerle vs anlatmayı seven bir oyun değil. Bu oyunda da, çevreden topladığımız notlar ile öğreniyoruz orada yaşanan hikayeleri. Aynı zamanda yapmamız gereken şeyler de bu notlarda yazılı. (Yine geçtiğimiz ay çıkmış System Shock Remake’in yani ilk System Shockların çıkarttığı ekolden devam ediyor oyun. Remake ile art arda çıkmaları da güzel bir tesadüf olabilir.)
Böylece askerlerin yaşadığı şeyleri öğreniyoruz. Fantastik ögelere de sahip olan bu hikayeler, aslında yalnızca o savaş psikolojisinin ve yer altında fareler gibi hayatta kalmaya çalışan insanların kafayı yemesinin bir ürünü gibi de yorumlanabilse de, maalesef oyun o konuda çok da malzeme vermiyor. Siz almak isterseniz alıyorsunuz. Fantastik ögelerini daha çok kullanıyor genel olarak. Yani en başta söylediğim ‘’askeri korku hikayeleri’’ temasını biraz da ben alır gibi oldum fakat aslında içinin çok da (benim ölçümce) dolu olmadığını görmek biraz üzdü beni oyunun sonunda.
Oyunun ana korku ögesi olan ve oyunun başlarında çok da hoş olmayan bir şekilde tanıştığımız yaratıkla meşgul oluyoruz daha çok. Ve bir de askerlerin bahsettiği başka ilginç şeyler var. Dediğim gibi, bunların tümü zaten korkunç bir ortamda, ailesinden uzakta, fakat yine onlar için tüm bu korkunçluğa katlanmaya çalışan insanların yarattıkları olsaydı, şahsen daha çok tutulurdum buna. Yine de kötü yazılmış, kötü işlenen bir senaryo ya da ortam yok. Korku ögelerinin ciddiyetini sonuna kadar koruyabiliyor ve oldukça gizemli kapatıyor kendisini oyun. Dolayısıyla yine üstte bahsettiğim o hikayelerin ‘’yorumlanamayacağı’’ da söylenemez. Bu kadar şeyi biraz boşa yazmışım gibi oldu ama, bahsetmek istedim bunlardan. Çünkü güzel bir açık, çok daha güzel kullanabilirdi lakin direkt kötü kullanılmış da diyemiyorum. Durum budur.
‘’Öğren, adapte ol, hayatta kal!’’
Oyun şöyle açılıyor: ‘’Şu andan sonra yalnızsın. Öğren, adapte ol, hayatta kal!’’. Oldukça iddialı başlıyor bu söylemleriyle. Şu şekilde de devam ediyor çünkü; ‘’Aklınıza gelebilecek pek çok mekaniğin olması mümkün. Deneyin ve görün!’’ Bu sözünü de büyük oranda yerine getirebiliyor. Fakat bu kadar iddialı sözler, pratikte o kadar da iddialı şeyler değil aslında baktığımızda. Başlangıçtaki bu pazarlamalarıyla, biraz daha göz önüne çıktıkları ve ‘’vaay’’ dedirttikleri de bir gerçek.
Nedir bu şeyler? Hepsinden bahsetmeden, yalnızca bir örnek vereceğim. Çünkü kendiniz ‘’acaba şöyle yapsam, istediğim olur mu’’ diyip denediğinizde o şeyi, gerçekten olabiliyor ve şaşırtıyor, zeki hissettiriyor size. Bunlardan en bariz olanı, ağır bir taşla kapıdaki kilitleri kırabilmemiz. Oyuna ‘’İmm-horror’’ dememin sebebi de bu gibi mekanikler.
Etrafta gezen yaratığa karşı bu tarz yaratıcı çözümlerle karşı koymaya çalışıyoruz. Yalnız, ‘’keşke’’ dedirten bir şey de olmadı değil bana. Yapabileceğimiz şeyleri gördükten sonra, onları oldukça limitli alanlarda yapabildiğimizi görmek de biraz moral bozuyor. Çünkü neredeyse kendi istedikleri yere malzeme koymuşlar sadece.
Çevredeki kutularla yaratığın çıktığı delikleri kapatabiliyoruz fakat bazı yerlerde hiç kutu yok. Kapıları taş atarak kırabiliyoruz fakat oldukça az yerde taş var. Bu biraz canımı sıkmadı değil. İşte oyunun bu kadar iddialı açılmasından sonra, o sözlerin altını biraz daha doldurmasını isterdim. Yerine getirmişler mi getirmişler, ama ‘’ama’’ da dedirtiyorlar.
Öte yandan oyun bu açığını, oldukça kompakt bir alanla ve oldukça ‘’olması gerektiği kadar’’ oynanış süresiyle kapatmaya çalışmış. Başarılı da olmuş bence. Yaklaşık 4-5 saatte bitirebiliyorsunuz kendisini. Kimisine az gelebileceğinin farkındayım, fakat dediğim gibi bence tam kararında olmuş. Biraz daha uzun olsa sunduğu yeni bir şey olmadığından dolayı, yorabilirdi gibi hissettim ben.
Silahımız, Fenerimiz ve Kaçış
Çevresel unsurların yanı sıra, bir de çevreden toplayabildiklerimizle mücadele ediyoruz yaratıkla. Bir tane altı-patlarımız var. Bir de ipini çekerek kısa bir süreliğine çalıştırdığımız fenerimiz. Temaya uygun çok güzel şeyler seçilmiş zaten ekipman olarak. Oyunda ilerledikçe birkaç farklı alet edevat daha buluyoruz.
Bu noktada envanter yönetimi de başlıyor. Zira başlangıçta yalnızca 4 eşya alabiliyoruz envantere. Oyunda çeşitli, opsiyonel denebilecek yerlerde genişletebiliyoruz da bunu. En fazla 10 adede çıkıyor tabii. Hiçbir zaman bu konuda rahat değiliz. Ama bu da çok iyi ayarlanmış. Çünkü daha rahat bir alan verselerdi, hem oyun çok kolaylaşır, korkunun ciddiyeti kalmazdı, hem de çevresel unsurları da daha az kullanmaya ihtiyaç duyardık muhtemelen.
Etrafta bolca bulabileceğimiz kaynağın gücünü, böyle zekice bir yöntemle azaltmışlar. İyi baktığımızda oldukça fazla sayıda kaynak var çünkü etrafta. Hatta öyle ki, bu tarz oyunlarda oldukça cimri davranan ben, bunda da konuşturdum cimriliğimi; oyun sonunda güvenli alandaki kaynaklarıma baktığımda, sürüsüyle bomba, sürüsüyle medkit, molotof vs buldum. Zor anlarda kullanmadığıma da pişman oldum biraz onları.
Bunların yanı sıra, oyunda ilerlemek için bulmamız gereken bazı kilit alet edevat da var. Bütün bunlarla yapmaya çalıştığımız şey, elbette bu sığınaktan çıkmaya çalışmak. Kaçabileceğimiz tek çıkış noktası molozlarla kaplı. Kürekle kazması ise ”İMKANSIZ”. Öyle diyor denemiş ve buna pişman olmuş bir başkası. Orayı açmanın tek yolu ”PATLATMAK!” diyor yine aynı kişi. Dinamit ve onu uzaktan patlatmaya yarayacak manivelayı bulmamız gerekiyor. Oyundaki iki ana amacımız bu. Bunları nasıl edineceğimizi de askerlerin bıraktıkları notlardan öğreniyoruz. System Shock’un aksine, bu konuda küçük ama etkili şekilde elimizden tutuyor oyun. Kilit notları kırmızı bir pinle öne çıkarıyor, haritada da gitmemiz gereken yeri kırmızı çerçeveye alıyor. Hoş bir jest olmuş bu da.
Sessiz Sakin Ya da Patlamalı Çatlamalı İlerleme
Oyunda iki türlü ilerleyebilme özgürlüğünüz var. İsterseniz mümkün olduğunca sessiz, dikkat çekmeden ve dolayısıyla canavarla fazla karşılaşmadan ilerleyebilirsiniz. Bunu yaptığınızda, benim gibi, fazla kaynağa ihtiyaç duymayacaksınız. Oyun sonunda elinizde onlarca bomba kalması mümkün. Diğeri de, tahmin edebileceğiniz gibi, bombaları etrafa saçarak (böyle anlattığıma bakmayın, sınırsız bomba da yok elbette oyunda), canavara kafa tutmaya çalışarak ilerlemek. Tabii bu yöntem de envanter kısıtlılığı yüzünden öyle sınırsız çalışmıyor. Elbette çaresiz kalacağınız yerler hep olacak.
Bu özgürlüğü sağlamaları da hoş olmuş. Sadece, sessiz sakin ilerlerken canavarın sizi duyup geldiği kısımlar bazen can sıkıyor. Oyunun oynanış süresinin kısalığı sayesinde perdelenmiş bir eksi aslında bu da bence. Çünkü kendisi geldikten sonra uzun süre gitmiyor, ve onu atlatabileceğiniz başka bir yol da yok. Malum oldukça dar bir alandasınız, saklanacak yerler, kaçacak yerler oldukça sınırlı. Ya bomba, et veya molotof atıp dikkatini başka yere çekeceksiniz ya da bekleyeceksiniz. Bana o bekleme süreleri biraz fazla geldi sadece.
Grafikler ve Sesler
Oyunun görüntüleri oldukça tatmin edici seviyede. Renk paleti, sanat tasarımı da temaya çok uygun tasarlanmış. Fotorealizmden ziyade çizim estetiğini hedeflemişler. Uzaktan bakınca biraz eski gözükebilir fakat oynarken, hele de ultrada oynarsanız tabii, güzel sonuçlar veriyor. Sığınağın içindeki toz bulutu, patlamaların çıkarttığı şiddet ve bu tarz detaylar atmosfere güzel katkı sağlıyor. Sadece ateş ve sis efektleri kötü gözüküyor.
Sesler konusunda çok daha iyi olabilirdi diye düşündüm oyun boyunca. Bir müzik durumu yok zaten, ortam seslerini dinliyoruz. O konuda iyi bir ses kalitesine sahip oyun. Fakat asıl iyi olması gereken yer iyi gelmedi bana. Canavarın çıkarttığı seslerin yeri net belli olmuyor. Bazen çok yakınımdan duyuyordum sesini, oysa o kadar yakınımda değildi. Bazen de çok uzaktan fakat o kadar uzakta değildi. Mesafe ayarı gerçekçi değil, sanki seviyeleri var ve onlar çalıyor gibi ama seviyelerin de aralığı epey uzak birbirinden.
Değerlendirme
Aslında daha bahsetmek istediğim şeyler var ama yazıyı da çok şişirmek istemiyorum. Genel olarak baktığımda, bu kadar kısa süren ve küçük gözüken bir oyun için, bahsedilecek çok fazla detay barındırıyor Amnesia: The Bunker. Hem oynanış, hem estetik anlamında çok fazla detay barındıryor. ‘’Sözünü daha iyi tutabilirdi.’’ desem de, hali hazırda oldukça iyi tuttuğunu ben de yazarken fark ettim. Çünkü minik ve etkisiz gibi gözüken bazı detaylar, aslında oynanış stilinizi değiştiriyor.
Mesela sadece karanlıkta gezen yaratık, jeneratörü açtığınızda sizi duymadığı sürece deliklerden dışarı çıkmıyor. Ama o zaman da sürekli jeneratörü besleme derdine düşüyorsunuz. Ve bunun için de size bir el saat vermişler. Envanterinizde bir slot kaplıyor bu saat. Ama jeneratörün ne zaman biteceğini gösteriyor size. İster planlı şekilde dışarı çıkın, ister kör atlayış yapın, isterseniz hiç jeneratörle uğraşmayıp, karanlıklarda canavarla saklambaç oynayın. Hepsi farklı oynanış stiller. Kazanç ve kayıp dengesi iyi tutturulmuş. Neyse, bahsetmeyeceğim dedim ama kısaca yazmış oldum.
Son olarak, oyunda tamamen manuel çalışan bir kayıt sistemi var. Güvenli alandaki ışığı yakarak oyunu kayıt ediyorsunuz. O noktadan sonra yaptığınız hiçbir şey otomatik kayıt olmuyor. Ölürseniz bütün ilerlemeniz gidiyor. Bazısı bundan hoşlanmayabilir. Ama bu sistemi ”antika” şekilde değil, oyunun oynanışına güzel bir şekilde yedirerek koyduklarından beni rahatsız etmedi. Çünkü zaten sık sık güvenli alana dönmeniz gerekiyor, oradan dışarıda saatler geçirmiyorsunuz. Öldüğünüzde kaybettiğiniz süre de en fazla 10-15 dakika oluyor bu sayede. Bir de ortamı öğrendikten sonra daha hızlı ilerlediğinizden, ölümler tamamen bir kayıp olmuyor. Bir sonraki turda daha hızlı ulaşıyorsunuz amacınıza.
Özetle, kısa olmasına karşın, birden fazla oynanış çeşitliliği ve her oyunda içerdeki nesnelerin, şifrelerin falan değişmesi ile, birden fazla oynanışı kaldırabilen çok keyifli ve doyurucu bir oyun olmuş Amnesia: The Bunker. Gamepass’te de mevcut. Steam fiyatı da şu sıralar, 235TL, oldukça uygun.
Comments