11 yıllık uzun bir aradan sonra Diablo serisi, dördüncü oyunuyla heyecanlı bir şekilde geri dönüyor. Oyuncular ve sektör içinde bu denli heyecan uyandıran Diablo serisinin popülaritesi ise ta ilk oyununa dayanıyor. 31 Aralık 1996 tarihinde çıkan Diablo 1, ateşlediği fitille birlikte aksiyon-rol yapma oyun türündeki en başarılı oyun serisinin ilk oyunu oldu. Günümüzde çıkan Diablo 4 ile seri, ününü korumaya ve artırmaya devam ediyor.
Nostalji Günlüğü’nün bu bölümünde sizlerle birlikte ilk Diablo oyunu olan Diablo 1’i yakından inceleyip 27 yaşındaki bir oyunun neden bu derecede önemli olduğunu araştıracağız!
- Efsaneler efsanesi Diablo serisinin ilk oyunu, tüm rol yapma oyunlarının kaderini değiştirdi
- Discord’da ilgini çekecek bir sohbet başladı! (Bize katıl!)
- YouTube’da yorumlarınızı bekliyoruz. Videolarımıza göz at!
Diablo 1, hikayesini oldukça anlaşılabilir bir şekilde ele alıyor. Sanctuary dünyasında bulunan Tristram köyünün yerlisi olan ve seneler önce onu terk etmiş olan maceracı ana karakterimiz, Tristram’a geri dönüyor ve onun cehenneme dönmüş haliyle karşılaşıyor.
Kabuslar köyü Tristram
Hikayenin daha iyi anlaşılması için biraz lore’a girmek gerekiyor. Cennet ve Cehennem arasında geçen “Günah Savaşları” yeryüzüne indiği için Tristram köyünü iblisler sarmıştır. Melekler, terör lordu Diablo’yu yakalamış ve onu bir ruh taşına hapsedip köyde bulunan Tristram Katedrali’nin dibine gömmüşlerdir.
Seneler sonra köyün başrahibi Lazarus, köyün koruyucusu Kral Leoric’i kandırarak Diablo’yu uyandırmayı başarır. Güçsüz kalan Diablo, ilk olarak Kral Leoric’in bedenini ele geçirmeye çalışsa bile kralın gücünden dolayı başarılı olamaz, ancak yine de kralın delirmesine sebep olur. Sonrasında başrahip Lazarus, Kral Leoric’in oğlu Prens Albrecht’i kaçırarak Diablo’nun onun bedenini ele geçirmesini sağlar. Bunun sonucunda oğlunu kaybeden Kral Leoric, zaman içinde tamamen delirerek ve tüm köyü suçlayarak köylülere saldırmaya başlar ve durdurulması için kendi adamları tarafından öldürülür.
Ölmeden önce tüm köyü lanetleyen Kral Leoric, bu lanetiyle askerlerinin iblislerin hizmetinde çalışmasına neden olur. Başrahip Lazarus, köylülerin bir kısmını prensi kurtarmaları için katedrale yönlendirerek onları katedralde bulunan The Butcher’a, yani Kasap’a yem eder. Ana karakterimizin girdiği Tristram, bu olayların cereyan ettiği bir yerdir.
Maceracımız Tristram’a geldiğinde Tristram’da ne bir kral ne de bir ordu bulunmaktadır; aksine Tristram köyünü iblisler ve kötü ruhlar donatmıştır. Maceracımız, Tristram’ın kalan sakinlerinin de yardımıyla katedralin 16 kat aşağısında bulunan Diablo’yu yok ederek Tristram’ı kurtarmak zorundadır. Kötülerin karşısında iyiliğin adına durarak kontrol ettiğimiz maceracımız için oyunun sonu böyle olmaz. Oyunun sonunda Diablo ile yaptığı savaşı kazanan maceracı, Diablo’nun ruh taşını ondan çıkararak Prens Albrecht’in bedenini ortaya çıkarsa da ruh taşını kendisine taktığı için bedeni Diablo tarafından ele geçirilir. Bu hikayenin devamı ise Diablo 2’de işlenir.
Karakterler, köylüler ve savaş planları
Diablo 1’in en başında maceracımızın sınıfını seçmemiz gerekir. Bu sınıflar, Warrior yani Savaşçı, Rogue yani Hırsız, Sorcerer yani Büyücü olarak birbirlerinden farklı özelliklere sahip üç farklı çeşitten oluşur. Savaşçı kılıç kullanırken Hırsız ok kullanır, Büyücü de adı üstünde büyü yapar. Aksiyon-rol yapma türünde olan bir oyunda, oynanışın oyuncunun tarzına bırakılması ortalama 13 saat süren bir oyunun farklı şekillerde tekrardan oynanmasını sağladığı için eğlenceyi artırır diye düşünmekteyim. Ayrıca Diablo 1’deki zindanlar, diğer oyunlardan farklı olarak her zaman rastgele bir şekilde oluşuyor, yani her seferinde farklı bir şeyle karşılaşabiliyorsunuz; hiçbir zaman tekrar oynadığınızda aynı sayıda düşmanla karşılaşmıyorsunuz.
Tristram’da kalan ve terörün içinde yaşayan köylülerin her biri farklı bir karakterde olduğunu hissettirebiliyor. Bölümlerde ilerlemek için hepsiyle ayrı ayrı diyaloğa girmek gerekiyor ve bu diyaloglarla hem kendi hikayelerini hem de neden hala bu köyde kaldıklarını dinleyebiliyorsunuz.
Örneğin Barmen Gillian’ın hasta büyükannesini bırakmak istemediği için hala Tristram’da kaldığını veya prensi kurtarmak için Lazarus tarafından tuzağa düşürülen ama canını kurtarmayı başarıp acısını bastırmak için kendisini alkole boğan Farnham’in hikayesini öğrenebiliyorsunuz. Bu örneklerin yanı sıra diğer oyunlarda da karşımıza çıkan Cadı Adria, Deckard Cain, Demirci Griswold ve Tahta Bacaklı Wirt de bu oyunda bulunuyor. Tüm bu kişiler, Tristram’ın teröründen etkilenen yaşayan insanlar gibi konuştukları için karanlık atmosferin iyice içine çekilmemizi sağlıyorlar.
Oyunun rol yapma unsurlarına destek veren NPC’lerin dışında elbette canavarlardan ve asıl zindan tasarımının bulunduğu katedralden bahsetmemiz gerekiyor. Lineer ilerleyen 16 zindanın bölümleri şu şekilde meydana geliyor: 1-4 katları katedrali, 5-8 katları katakompları, 9-12 katları mağaraları ve son olarak 13-16 katları cehennemi oluşturuyor. Her bölümün canavarları kendine özgü olmakla beraber zindanlarda ilerledikçe canavarlar daha da güçleniyorlar. Bu canavarlar da Hayvanlar, İblisler ve Hortlaklar olarak üçe ayrılıyor. Bu canavarları alt etmek için büyü kitapları, iksirler, zırhlar, silahlar, yüzükler, büyü parşömenleri vb. rol yapma oyunu eşyaları kullanılabiliyor.
İçine çeken bir atmosfer örneği
Yukarıda anlattığım gibi, Tristram iblislerin saldırısı altında umutsuz insanlarla dolu bir köy olarak karşımıza çıkıyor. Tristram’ın bu karanlığını hem zindan hem çevre hem de karakter tasarımıyla anlayabiliyoruz. Ayrıca grafiklerinin de -şu anda çok olmasa bile- 1996 yılı için ileride olduğunu unutmamak gerekiyor.
Diyalogların yanı sıra özel karakterlere ne kadar uğraşıldığı da belli; örneğin zindanın üçüncü katında bulunan ve Kral Leoric’in artık çürümüş hali olan The Skeleton King yani İskelet Kral, başındaki tacı, elindeki upuzun kılıcı ve uzun boyuyla diğer iskeletlerin yanında çok daha yüce duruyor. Ya da Kasap’la karşılaştığımızda alay eder bir sesle “Ah, taze et!” diye seslendiğini duyuyoruz.
Oyunun ses tasarımı etkileyici. Kılıcınızı salladığınızda gelen ses, düşmanın yara aldığında çıkarttığı ses bir yana oyunun ta en başında Diablo’nun kahkahasını duymak oldukça ürkütücü. Bunun yanı sıra elbette müzikler de efsane, 6 parçadan oluşan müzik listesi her bölüm için ustaca tasarlanmış ve her bölümde insanın gerilmesini sağlıyor. Tüm bu unsurlar, Tristram köyünün haritasının küçüklüğünü unutturuyor ve oyunun atmosferi oyuncuyu kendine çekiyor. Oynanış olarak aslında bakıldığında diğer aksiyon-rol yapma oyunları gibi zindana gitme, köydekilerle konuşma, gelişerek ilerleme gibi unsurları etkileyici bir şekilde harmanlayabiliyor.
Herkesin sevdiği efsanenin başarısı
Diablo 1, basit ve açık oynanışıyla, kendine has vahşet dolu hikaye ve karakter/düşman/çevre tasarımlarıyla, rastgele olan zindanların ve farklı sınıfların getirdiği çeşitlilikle ve kendisini tekrar tekrar oynattırabilmesiyle eleştirmenlerden yüksek notlar almayı başarmıştı. İzometrik kamerada tıklamaya dayalı oynanışının yanı sıra bir de çok oyunculu oynanabilir olması oyuncular ve eleştirmenler tarafından oldukça sevildi.
1997 yılında Diablo: Hellfire adında bir eklenti paketi çıktı. Bu pakette üç sınıfa ek olarak Monk yani Keşiş adında yeni bir sınıf ve yeni zindanlar eklendi.
İlk olarak PC üzerinde çıkış yapan Diablo 1, 1998 yılında PlayStation ve MacOS platformlarında yayımlandı. PlayStation sürümü çevrimiçi oyunu içermese de iki kişi yan yana Diablo 1’i çok oyunculu şekilde oynayabiliyordu. Ayrıca hikayeyi eksiksiz anlamak için anlatıcı seçeneği de eklendi.
Diablo 1, oyun dünyasında yepyeni bir efsanenin doğmasına önayak oldu. 2.5 milyon satan Diablo 1’in başarısını devam oyunları katlayarak artırdılar.
Nostalji Günlüğü’nün bu bölümünde sizlere Diablo 1’in hikayesini anlattığım için mutluluk duyuyorum. Diablo 4 bekle beni!