Neredeyse 10 yıldır beklediğim bir oyununu inceleme yazısına başlarken birkaç hissi aynı anda yaşıyorum. BlizzCon 2019’da duyurulan ve 6 Haziran 2023’te de piyasaya sürülen Diablo 4, sonunda bizimle buluştu.
Aslında Diablo 4 ile ilgili karışık hislerim tam da bu noktada başlıyor. İflah olmaz bir Diablo 2 fanı olan ben -aralıklarla neredeyse 20 yıldır oynadığım bir oyundan bahsediyoruz- Diablo 3 ile ilk karşılaştığımda heyecandan ‘ön sipariş’ ile edinip de oyunun dünyasına dalınca şaşırmıştım. Sonrasında “Hmm… Dur bakalım campaigni bir bitirelim önce” diye oynamaya devam etmiş bitirince de “Ee bu kadar mı?” diyebilmiştim.
Kumar davalarına konu olan meşhur “auction house” ile Euro kurunda fena kazanmadıysam da ve Blizzard o dönem çıkışının üstüne yerden yere vurulan Diablo 3’ü habire yamalayarak olabildiğince toparlasa da, Diablo 2 Resurrected çıkana kadar D3 benim için sıkılana kadar yeni eşyalar kasıp, onları ‘build’ime uygunlaştırıp güç fantezisi yaptığım bir aksiyon oyununa dönmüştü.
Diablo 4 ise hem eski Diablo 2 dönemine selam çakıp hem de ‘casual’ denen “Diablo ne ola ki?” diyen yeni nesil oyuncuları kazanma çabası içindeki bir oyun. Ben Diablo 2’nin üstüne çıkılmasının pek mümkün olmadığını düşünen tayfadan olarak eskiye yapılan göndermeleri beğensem de Diablo 4’ün çok fazla yeni olmaya çalışıp belli noktalarda özünü kaybetmeye başladığını düşündüm. Şimdi gelin girişelim ayrıntılara…
Hikâye
Öncelikle şunu söyleyerek başlamalıyım ki, ben Diablo evrenini ve ‘lore’unu çok severim. Hani her ne kadar ilk oyunun ana fikri “Eski bir kilisenin zindanında bir iblis var, metafizik şeyler oluyor, sen de bir kahramansın, hadi git de onu kes.” Olarak başlasa da sonradan üzerine kurgulanan evrenin gerçekten güzel yazıldığını düşünürüm.
Hikayemiz 3. oyunun yaklaşık 50 yıl sonrasında geçiyor. D2 ve 3’ün başında iblis mevzularının baş danışmanı olan Deckard Cain bir efsane olarak anılmaya başlamış, insanların ana dünyası olan Sanctuary’nin kurucuları olan “nephalem” lar güçlerinin yeni farkına varmaya başlamıştır ki yine ortalık karışır.
Melekler ve iblisler arasındaki “Sonsuz Çatışma” yine dünyaya sıçramakta, baş melek Inarius ile beraber, bu sonsuz kavgadan kurtularak kendi dünyalarını kurmak amacıyla Sanctuary’i yaratan, 3 baş iblisten Mephisto’nun kızı olan Lilith, dünyaya dönmüştür. İnsanlara onların yaradılışlarının bir parçası olan günahlarını kabul ve teşvik eden bir şekilde yaklaşarak akıllarını çelmeye başlayan Lilith, ruh taşları parçalandığı için yeniden güçlenerek formlarını kazanmaya başlayan 3 baş iblis, Diablo Baal ve babası Mephisto’nun dünyaya saldıracağını ve insanoğlunun tek umudunun kendi bayrağı altında birleşmesi olduğunu öne sürerek mücadelesine başlar.
Ağır spoiler vererek devamına şu an girmediğim hikâye fena değil, hatta önceki oyunlardan aşina karakterlerin de hikâyede kendine yer vermesi güzel. Sunulan karakterler de melek ve iblis bile olsa daha gri. Neredeyse hepsinin arka planında oyuncunun empati kurabilme ihtimali olan hikâye arka planları sunulmuş.
Bu noktada ciddi SPOILER var, okumak istemeyen hemen sonraki bölüme atlasın. Ancak gelgelelim ben hastası olduğum Diablo loreuna yeni eklenen hikâyeden nefret etmesem de pek saramadım. Tamam hikâyenin bir noktasında Mephisto da işe dahil oluyor ancak Diablo nerede birader? Oyunun adını vermeyi biliyorsunuz ama Diablo’dan eser yok loreda. Normalde ilk bir veya birkaç “act” te baş düşman olup sonra Diablo ve kardeşlerine bağlanabilecek bir senaryoyu tüm oyuna yaymışlar. Gereksiz uzatılmış geldi bana biraz.
Tasarım ve oynanış
Oyunun atmosferi eski gotik tarzda olan Diablo 2’yi temel almakta. Blizzard, Diablo 3 ün ‘lore’a çok ters olan rengarenk renk paletine gelen eleştirilerden gerekli dersi almış olacak ki sunduğu atmosfer Diablo 2 gibi gotik ve tekinsiz. Renk paleti de haliyle daha gri.
Oyunun klasikleşen yarı saydam haritası maalesef artık yok. Harita açıldığında arka planda yaratıklardan dayak yiyip ölebilirsiniz o yüzden dikkatli olun. Küçük bir harita da ekranın sağ üst köşesine yerleştirilmiş. Açıkçası bu harita sunumunu tuttuğumu söyleyemem. Ben eski usulün daha kullanışlı olduğunu düşünüyorum.
Kamerayı da pek beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Daha yakın bir kamera açısı tercih edilmiş. Hatta bazen giren ara sahnelerde zoomlama olayı iyice abartılabiliyor. Ancak savaş sırasında sınırlı görüş açısı genelde keyifsiz bir durum sunuyor. Benim oyunun neredeyse tamamı boyunca kullandığım sorcerer uzaktan saldıran bir karakter ve uzun mesafeden, tehlikenin dışından daha etkili oluyor. Hem alan etkili yeteneklerin kullanımı hem de kırılgan karakterlerin oynanışın selameti bakımından aşırı zoom seviyesi sıkıntı yaratıyor gerçekten.
Açık dünya olayı yeni oyunculara hitap etmesi açısından konulmuş bir detay gibi. Seyahatleri kolaylaştırmak için at konması da güzel bir eklenti olmuş. At ile 3 şarja sahip olan yeteneği sayesinde koşturarak yaratıkların arasında geçebiliyor veya hasar vererek savaşın ortasına dalabiliyoruz. Ancak atı elde edebilmek için taaa 3. bölümü beklemek gerekiyor yani oyunun yarısını atsız geçirmek zorunda kalıyoruz ve mesafeler çok uzun. Eskisi gibi yaratık kümeleri de çok sık ve kalabalık değil. Yani yürü babam yürü… Atı alana kadar yürümekten bezdiğim oldu açıkçası. En azından aktive ettiğimiz tüm “waypoint” lere doğrudan ışınlanabiliyoruz ve bitirdiğimiz zindanların birçoğunda kapıya ışınlanabiliyoruz. Bunlar oyunu bir nebze de olsa hızlandırması açısından güzel eklentiler.
Yine 4 farklı zorluk seviyesi var. World tier olarak adlandırılan bu 4 seviyeden oyunun başında yalnız iki tanesi seçilebiliyor adventurer yeni başlayanlar için oyunu tanıma zorluğu olurken, ben gibi tecrübeli Diablo oyuncularına sunulan, daha zorlayıcı olan veteran zorluğu arasında seçim yapabiliyoruz. Nightmare ve Torment seviyeleri ise sırasıyla 50. Ve 70. Seviyeyi geçtikten sonra seçilebiliyor. Zorluk arttıkça kazanılan deneyim puanı ve Diablo serisinin temel taşlarından biri olan daha iyi eşya düşürme şansı artıyor.
Oyunda dört ana seviye eşya seviyesi bulunmakta; mavi renkli magical, sarı renkli rare, turuncu renkli legendary ve altın rengi olan unique. Benim 2. oyundan beri hayranı olduğum setlerden ise eser yok. Sonradan bir yama ile falan eklenir mi bilinmez ancak gözlerim aradı açıkçası. Bir başka gözümün aradığı şey ise “rune”lar. Diablo 2’nin en sevdiğim yanlarından biri olan “runeword”lerin bu oyunda olacağına dair söylentiler vardı ancak ya bana düşmeyecek kadar nadirlerdi ya da oyuna konulmadı. Onların yerine konmuş gibi hissterien, oyundaki geniş haritaya serpiştirilmiş olarak bulunan zindanları bitirince ödül olarak sunulan “aspect”ler var. Bu aspectler ile kendinize belli “unique” özelliklerden bir tane seçip ekleyebiliyoruz.
Runeler dışında soketli eşyalara taktığımız “gem”ler de oldukça sınırlı. İncelemeyi oluşturabilmek için oynadığım süre boyunca crude ve chipped seviyesi üzerinde “gem” e denk gelemedim.
Yetenek ağacı biraz Diablo serisinin ruhani devamı niteliğindeki Path of Exile, biraz Diablo 2 esintileri taşıyor. Yine geçmiş ile günümüz arasında bir orta yol bulunmaya çalışılmış. Her yetenek seviyesinde belli yetenekler arasından seçim yapıyoruz ve belli bir sayıda yetenek almadan bir sonraki seviye açılmıyor. Bu hem iyi hem kötü. İyi çünkü Diablo 2 gibi bir karakteri en baştan kasmak günümüz oyuncuları için pek makul bir seçenek değil. Ancak bir yandan da kötü, zira Diablo 3’teki gibi tüm seviyelerdeki yeteneklerden bir “build” derleyip istediğimiz yetenek üzerinden ilerleyemiyoruz. Neyse ki burada da pasif yetenekler bir nebze de olsa imdada yetişiyor.
İyileştirme iksirleri oyunun başında maksimum 4 tane taşınabiliyor. Ben bir eşyamın özelliği sayesinde bunu 5’e çıkardım. İyileştirme etkileri belli seviyelere ulaştıkça alchemistten belli para ve materyaller karşılığında yükseltilebiliyor. Oyunda yine takıldığınız bir “boss” seviyesinde yardımcı olmak üzere kullanabileceğiniz belli hasarlara dayanıklılık sağlayan iksirler da üretilebiliyor. Bu savaşlara belli bir strateji katıyor. Üstelik bu iksirler etki süresindeyken kazandığınız deneyim puanını da arttırabiliyor.
Boss savaşları oldukça bol. Üstüne bir de girdiğimiz opsiyonel zindanların mini bosslar da var. Ama pek çok bossta birden çok kez ölüp takıldım ve sonrasında belli stratejiler, build değişiklikleri ile geçebildim. Yetenek ağacı cüzi bir miktar para sayesinde sınırsız sayıda sıfırlanabiliyor. Bu değişik buildleri hızlıca yapmaya olanak sağlıyor. Yeni oyuncular bunu sevecektir ancak eski Diablocular güç gösterisi yapamadıklarından pek hazzetmeyebilirler bu durumdan.
Benim en canımı sıkan olaylardan biri de D3’ten beri zorunlu bağlantı hastalığı. Modeminize, internetinizde ufacık bir kopma olduğunda savaşın ortasında “küt” diye atılabiliyorsunuz. Blizzard ne argümanla gelirse gelsin ben bu olaydan nefret ediyorum. En azından bağlantı kopmalarında yeniden bağlanma için belli bir süre verilmeli. 1 saniye kopma oldu diye benim oyundan komple atılıp, dakikalarca yeniden bağlanmak için uğraşıp, o göreve en baştan başlamam gerçekten sinir katsayılarımı birçok kez çok yükseltti.
Son olarak oynanışta yenilik olan ancak benim Diablo’nun ruhuna çok aykırı bulduğumdan hiç hazzetmediğim “level scaling” olayına değineyim. Diablo’nun kökeninde yaptığınız karakterin gücünü görebilmek, attığı büyülerin etkinliğini hissedebilmek için en bariz yöntem daha önce zorlandığınız düşmanların müthiş buildimiz karşısında tarumar olduğunu hissetmekti. Bu Diablo oyunlarının verdiği en temel hazlardandı. Burada bunu yapamıyoruz zira düşmanların seviyesi devamlı sizin seviyenize dengeleniyor. Dolayısıyla her savaş bir hayatta kalabilme tehlikesi oluşturuyor ama yeni bulduğunuz bir eşyanın ya da buildinize kattığınız önemli bir yeteneğin etkisini maalesef yeterince hissedemiyoruz. Bu da Diablo serisinin en temel haz verici öğelerinden olan “güç fantezisi” olayını yerle yeksan ediyor kanımca.
Kişisel görüş ve öneriler
Bu bölümde kişisel görüşlerim ışığında mini bir rehber gibi maddeler sıralamak istiyorum, ilgilenen oyuncular için elbette…
- Yetenek ağacından pek hazzetmedim ancak sorcerer üzerinden konuşursak her builde belli oranda destek veren yetenekler mevcut. Mesela yıldırım üzerine giderseniz sersemletme üzerine, ateş giderseniz can doldurma üzerine build kurabiliyorsunuz ya da isterseniz karışık gidin. Tamamen oyuncu odaklı bir esneklik var.
- Pasif yetenekler bence en önemlileri. Ben şahsen tüm pasif yeteneklerden en az 1 seviye aldım ve hiç zararını da görmedim. Elbette yaptığınız build için elzem yeteneklere abanmak gerekecektir ancak her pasif yeteneğin en az bir seviye alınarak çalışabilmesi oyunda çok kritik noktalarda kurtarıcı oluyor.
Oyunda “obol” diye ikinci bir para birimi var. Obol belli görevleri yerine getirince toplanıyor. Bunlarla hem değişik bölgelerde karşımıza çıkabilen yüksek seviye eşya düşürebilen sandıkların kilitlerini açmak için anahtar alınabiliyor hem de Diablo 2’de “kumar” olarak isimlendirilen rastgele eşya gruplarından satın alabilme imkânı elde ediyoruz. Bu mekanizmadan güzel eşyalar da çıkabiliyor ancak Blizzard’ın ileride bu birimi gerçek para ile satarak bir “para ver-kazan” sisteminin önünü açarak oyunun içine etme ihtimali de yok değil. Düşündürüyor…
- Ben bu incelemeyi acil yetiştirebilmek için nightmare zorluğuna henüz başlayabildim ve oyunun “end game” i hakkında belirgin bir fikrim yok. Ancak aldığım duyumlar iyi olduğu yönünde. Hiçbir şey olmasa bile bir Diablo oyuncusu için tüm seti ancestral eşyalar ile donatmak güzel bir motivasyon olacaktır. Umarım güç dengesini oyuncu lehine çevirebilecek kritik eşyalar da bu işin bir parçasıdır yoksa oyun Daiblo 3 gibi seri bir şekilde bayabilir.
- Her karakterin çok farklı oynanış dinamikleri sunduğunu biliyoruz. Bu sebeple daha önceki tüm Diablolarda yaptığım gibi her karakter ile nightmare, torment seviyesine gelmeye kasıp, farklı buildler denemeye oldukça niyetliyim. Bu da oyunun yeniden oynanabilirliğini çok arttırıyor.
- Devamlı online bağlantının getirdiği sıkıntılara değindim ancak bunun en büyük getirisi de haritanın gezdiğiniz bir bölümünün yakınında anlık “event”ler çıkabiliyor ve gidip katılıp, güzel eşyalar da bulabiliyorsunuz, bu da her daim online olmanın artısı sanırım.
- Umarım ileride bir yama ile set eşyaları ve “runeword”ler oyuna eklenir. bu iki eklentinin Diablo’ya pozitif yönde çok şey katabileceği görüşündeyim.
Değerlendirme
Diablo yıllar sonra getirdiği dördüncü oyunuyla pek çok kesimin beklentilerini karşılayabilmiş gözüküyor. Her ne kadar benim gibi romantik Diablocuları “öff”leten birkaç detay barındırsa da genel manada birçok kesime hitap etmeyi başarabilen bir oyun var elimizde. Optimizasyon bakımından ele alırsak, artık eskimeye yüz tutmuş 6 yıllık PC’imde ufak tefek sıkıntılar yaşadım ancak çok ciddi problem yaşadığım 1-2 durum dışında pek te canım sıkılmadı. Benim için hala bir D2 olamasa da sanırım artık yeni nesil oyunculara hitap eden bu tarz daha hızlı, daha az emek gerektiren oynanışın tasarımsal bir zorunluluk olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.
Yani diyebiliriz ki, Diablo 4 biz Diablocuların hak ettiği bir devam oyunu olmuş. Lore’unu daha ilgi çekici bulsam da keşke Diablo 3 yerine devam oyunu direk 4 olsaymış dedirtti ki bu da Blizzard adına güzel bir başarı. Hadi bakalım Blizzard! Şu oyuna birkaç güzel yamayla güzel eklentiler at da ihya olalım. Ciddi yüklü fiyat etiketinin hakkını verirsin böylece en azından.
İnceleme desteğinden dolayı Blizzard Türkiye’ye de ayrıca teşekkür ediyoruz.