Benedict Fox’un son vakasını ele alın ve gizli organizasyonların, yasak ritüellerin ve soğukkanlı cinayetlerin çarpık dünyasına dalın. Bu fantastik Lovecraftian Metroidvania’da ipuçları ararken ve iblislerle savaşırken ölen kurbanların anılarını keşfedin. The Last Case Of Benedict Fox incelememiz huzurlarınızda!
- Benedict Fox’un ailesinin gizemini onların kabuslarına dalarak çözün!
- Discord’da ilgini çekecek bir sohbet başladı! (Bize katıl!)
- YouTube’da yorumlarınızı bekliyoruz. Videolarımıza göz at!
- Bir önceki incelememiz olan The Legend of Zelda: Tears of the Kingdom’a buradan ulaşabilirsiniz!
Geçtiğimiz ayın sonunda çıkan The Last Case Of Benedict Fox, görselliğiyle ilgi çeken bir metroidvania oyunu. Aslında lovecraft evreni temasında çok oyun çıktığından, artık oyunlarda sürpriz olmayan bir temaya dönüştü bu evren. Fakat yine de Benedict Fox, diğerlerinin arasından sıyrılan ve dikkat çekmeyi başaran bir oyun oldu.
Çıktığı günden itibaren Gamepass’e gelmesi de meraklısı için güzel haber. Peki ama ne kadar başarılı bir oyun olmuş? Bundan bahsetmek gerek elbette.
The Last Case Of Benedict Fox hikayesi
Oyunun hikayesi aslında çok da ilginç ya da yeni bir şey vaat etmiyor. Lovecraft edebiyatına ya da benzer kozmik korku – gizem hikayelerine yabancı değilseniz tanıdık gelen motifler var. Yine de ilgilisi için merak uyandırıcı ve hatta sürükleyici bir anlatımı var.
Oyunun girişi biraz garip başlıyor diyebilirim aslında. Çok aceleyle hikayeye dalıyor gibi hissettim ben. Yani, sanki bilmediğim bir seriye ortasından başlamışım gibi. Karakterleri tanıtmadan, neyin ne olduğunu söylemeden ve ne yapmaya çalıştığımızı açıklamadan direkt olayın içine bırakıyor sizi. Başta, çok kısa bir süreliğine, ritmi kaçırmışım gibi hissettiysem de, hikayesinin basit ve düz bir anlatımı olmadığını fark edince duruma hemen adapte oldum. ‘’Acaba birazdan ne olacak?’’ gibi sorularla değil, biraz daha genel ‘’bu neymiş, o neymiş’’ tarzı sorularla yaklaşmak gerekiyor hikayeye diye yorumladım.
Benedict Fox isimli bir dedektif olarak biz, yine kendi ailemizin gizemli şatosuna girip sorularla dolu cinayetleri çözmeye çalışıyoruz genel olarak. Yanımızda bir de daha oyunun ilk anından itibaren ensemizde beliren, şeytani (?) bir varlık bize eşlik ediyor. Kendisinin hikayesini öğrenmek de biraz zaman alıyor.
Dediğim gibi, anlatımı direkt bir anlatım değil. Yani sadece düz sinematiklerle veya uzun uzun diyaloglarla anlatmıyor hikayesini. Daha çok sizin bir şeyler keşfettiğiniz, çevredeki eşyaların açıklamalarını falan okuduğunuz, yani sizin peşinden koşarak nesneleri öğrendiğiniz bir anlatımı var. Nesnelere konulan anlatı, aynı şekilde mekanlara da yedirilmiş. Kimi zaman sadece görsellerle ya da seslerle bir şeyler öğreniyorsunuz.
Bu dolaylı anlatımına rağmen hikayesini net bir şekilde verebiliyor sizlere, ve sürükleyiciliğini koruyabiliyor. Zaten dediğim gibi, bu edebiyata hakimseniz ya da meraklısı iseniz, sizi mutlu edecektir diye düşünüyorum. Yine de, sadece meraklısına hitap etmiyor, kurdukları diğer güzel unsurlarla da büyük oranda kendisini merak ettiriyor.
Diyalog odaklı değil derken, diyalogların hiç olmadığı ya da kötü olduğu da anlaşılmasın. Güzel yazılmış diyaloglar da var aslında. Seslendirmeler de güzel yapılmış, belli bir kalitesi var bu konuda.
Haritada ilerleyiş
Bildiğimiz gibi bu oyun bir metroidvania. Ama pek de combat odaklı bir metroidvania değil. Zaten işin combat yanı çok da eğlenceli değil açıkçası, ona geleceğim. Daha çok oyunda ilerleyebilmek için gerekli kilit eşyaları keşfedip onları incelemek ve çeşitli bulmacaları çözmek üzerine kurulu. Bu eşyalar daha önce giremediğimiz yerlere girebilmemize yarıyor çoğunlukla. Aynı zamanda hikayeyi anlatıyor ve para kazandırıyorlar.
Ensemizdeki kara ruhun bize olanak sağladığı çeşitli fantastik güçlerimiz var öncelik olarak. Çift zıplama, blok yapma, düşmanları tutup fırlatma ve yere sert düşüp bir şeyleri kırmak gibi. Bazıları combatta, bazıları ise haritada hareket etmek için kullanılıyor. Bu kısımda konuşmaya değecek çok da bir şey yok açıkçası. Diğer pek çok metroidvania oyununda zaten gördüğümüz şeyler hepsi.
Kendi yeteneklerimizin yanı sıra bir de gezinirken çevreden edindiğimiz çeşitli nesneler ve aletler var. Mesela oyundaki bazı kapıların ya da sandıkların üstüne kazınmış sembolleri çözmek için edindiğimiz pusulamsı bir cihaz. İşin bulmaca yanı burada başlıyor biraz da.
Öncelikle, hikayeyi öğrenmek için nesnelerin açıklmalarını okumanız gerektiği gibi, bu tarz bulmacaları çözmek için de okuma yapmanız gerekiyor. Çünkü yine burada da size doğrudan ‘’bak bunu bu şekilde çözüyorsun’’ diye açıklama yapmıyor. Mesela bir not alıyorsunuz, üstünde çeşitli semboller var ve o sembollerin altında da sayılar verilmiş. Bu demek oluyor ki her sembolün bir sayısal karşılığı var. Pek çok bulmaca da bu numerik sistem üzerine kurulmuş.
Kapılarda, kilitlerin üstünde ve çeşitli ‘’yarıkların’’ üstünde semboller var. Bu demek oluyor ki, pusulamsı cihazı kullanarak ya da anahtarları kullanarak doğru sayılarla sembollerini eşleştireceksiniz.
Oyun ilerleyişi
Buraya kadar defaatle ‘’iyi okuma gerektiriyor oyun!’’ dedim. Maalesef yine tekrar etmem gerekiyor bunu. Ana oyun ilerleyişi de buna bağlı çünkü. Sadece haritaya konmuş ‘’ana görev boncuklarını’’ takip ederek oyunu bitiremiyorsunuz zira. Öyle boncuklar da yok zaten. Soru işaretleri ve ışınlanabileceğiniz kayıt noktaları dışında haritada bir belirteç yok. Görevleri, notlarınızı ve topladığınız eşyaların açıklamalarını okuyarak ne yapacağınızı çözmeniz gerekiyor. Çoğunlukla keşif ve bulmaca çözmeye odaklı zaten oyun. Düşmanları kestim, bölüm sonundaki bossu kestim ve oyunda ilerledim şeklinde değil.
Öte yandan bu sebepten dolayı ara sıra oyunda kaybolmadım da değil. ”Ee şimdi ne yapacağım?” gibi takılmalarım oldu. İçinde kaybolmaya ve takılmaya çok yatkın bir oyun yani. Hele de oynarken ara vermelik bir oyun hiç değil. Uzun sürenin ardından girince ”neredeydim ben, ne yapıyordum?” diye yeni kayıt açtırması olası.
Kontroller
Hikaye kısmında aceleye gelmiş giriş kısmı gibi, oynanış tarafında da aynı şeyden bahsedebilirim. Özellikle tutorial kısmı ‘’bu vurma, bu kaçınma hadi koçum yaparsın sen’’ tarzı bir üslupta. Bütün kontrolleri hemen 2 dakika içinde gösteriyor ve salıyor sizi oyunun içine. Elbette hali hazırda çok oyun oynamış insanlar için bu çok sorun değil. Oyun kendisini açıklamada başarısız olsa da, kontrolleri öğrenmek zor değil.
Ayrıca kontrollerdeki küçük garipliklerden de bahsedilebilir. Mesela kaçma butonu diğer neredeyse her oyundan alışmış olduğumuz gibi (gamepad için konuşuyorum) O ya da B tuşu değil de, sağ stick ile yapılıyor. İşin garibi bunun çok bir sebebi de yok gibi anladığım kadarıyla. Yani O tuşuna konmuş başka çok önemli bir şey yok item kullanmak dışında. Diğer her oyun bunu çözmüş de, bir bunlar mı çözememiş, yoksa mantıklı bir açıklaması mı var pek anlamadım. Alışılmayacak bir şey değil yine, ancak durum bu.
Aksiyon
Oyun pek aksiyon odaklı değil yukarda bahsettiğim gibi. Hatta oldukça düşük bir orana sahip oyunun tamamına baktığımızda. Haritada çok az sayıda yaratık var. Ve olanlar da ilk defa keşfedip dövdükten sonra, tekar geldiğinizde neredeyse tek vuruşta ölüyorlar. Aslında bu iyi bir tercih olmuş. Çünkü aksiyon pek de keyifli değil.
İlk defa keşfettiğiniz düşmanlar, size oyunda ‘’ink’’ diye geçen, anlatıya göre ‘’dövme boyası’’ diye çevirebileceğim kaynakları sağlıyor. Bu dövme boyası ile, bir karakterden ensemizdeki şeytan için yeni yetenekler açıyoruz. Düşmanları tutup fırlatma veya aşağı sağlam düşme gibi basit şeyler. Yine bunların da öncelikli kullanımı haritada gidemeyeceğimiz yerlere gitmek.
Günün sonunda aksiyonu için oynanacak bir oyun değil pek Benedict Fox. Dövüş mekanikleri oldukça hantal ve hatta ‘’lag’’lı hissettiriyor. Bir gecikme var gibi hep, kontrol tamamen sizde değil, rahatça hareket ediyorum hissi epey az. Bu durum özellikle yalnızca 4 vuruşta ölebildiğiniz ve canavarların animasyonlarının net belli olmadığı bir aksiyonda epey can sıkıyor. Aslında vurarken küçük bir parlama çıkartıyorlar ve oradan anlayabiliyorsunuz ne zaman tam olarak vuracaklarını fakat yine de bir asenkronizasyon hissetmedim değil ben.
Bu kontrolsüzlük eksisi yüzünden aksiyonlar genel olarak eğlenceli değil. Açtığımız yetenekler de aksiyonu daha hareketli ya da stratejik hale getirmiyor pek. Bunların yanında ekstra olarak sis bombası ya da hasarı sıfırlama iksirleri gibi şeyler de var. Olmazsa olmaz mı? Hiçbiri olmazsa olmaz değil. Kullanabildiğimiz tek atışlık menzilli silah da aynı şekilde.
Atmosfer ve sesler
Sonunda gelebildim gerçekten keyifle bahsedebileceğim belki de tek noktaya. Oyunun sanat tasarımı, grafikleri ve totalde atmosferi gerçekten muazzam. Bakmaya doyamadığım bir estetiğe sahip. Oyunda ilerleme isteği uyandıran önemli bir unsur olmuş buradaki başarı bence.
Gotik temaları seviyorsanız tam sizlik diyebilirim. Ekstra olarak da küçük kişiselleştirmeler koymuşlar ayrıca. Oyuna başlarken oyundaki renk paletini istediğiniz gibi ayarlayabiliyorsunuz. Direkt siyah beyaz yapabiliyor, tüm oyunu öyle oynayabiliyorsunuz. Ya da renkleri parlatabiliyor, karartabiliyorsunuz vs. Gönlünüzce size bırakılmış bu. Hoş bir detay olmuş.
Sesleri ve müzikleri de hoş seçilmiş ve yedirilmiş oyuna. Kulak tırmalayan jenerik düşman sesleri dışında en azından. Ortam sesleri, oyunun ‘’hub’’ı diyebileceğimiz şatoda dinleyebildiğimiz radyo veya plak müzikleri ortama iyice kaptırmalık parçalar.
The Last Case Of Benedict Fox’un zaten en ilgi çekici kısmı bu noktasıydı. Ve güzel tasarlamışlar gerçekten. Biraz çizgi roman ve Tim Burton estetiği, biraz da Neil Gaiman havaları sevenleri için bir bakmalık.
Değerlendirme
Günün sonunda açıkçası The Last Case Of Benedict Fox’u herkese gönül rahatlığıyla öneremiyorum. Biraz daha meraklısına diyebileceğim bir oyun olmuş. Türe yeni bir şey getirmemiş olsa da, bulmaca odaklı bir yapı ile farklı bir açıdan ele almış. Gamepass’e dahil olduğundan, merak ediyorsanız indirip bakılacak bir oyun da denebilir rahatlıkla.