Kanadalı bağımsız oyun firması Sabotage Studio tarafından yapılan ve son zamanlarda adını çok sık duyduğumuz Devolver Digital’ın dağıtıcılığını yaptığı aksiyon ve platform öğelerini birleştiren The Messenger’a göz atalım.
- The Messenger’ın olayı ne?
- Platform ile aksiyon öğelerini çok iyi birleştirip harmanlamış bir oyun.
- Oynadıkça genişleyen dünyası sizi şaşırtmayı başarıyor.
- Oyunlarda mizah seviyorsanız, The Messenger sizi sık sık güldürecektir.
- 8bit – 16 bit diye ayrılan oyunlara sık sık tanık oluyoruz, peki neden ikisi bir arada olmasın?
Gizemli şeytani bir kötülük geldi
Evet başlıkta gördüğünüz gibi oyunun hikayesi böyle başlıyor. Bir ninjayız ve gizemli bir kötülük dünyayı tehdit ediyor. Bu sırada bize verilen görev ise elimizdeki parşömeni belli bir noktaya kadar taşımak. Böyle bir girişten sonra açıkçası hikayenin çok da önemli olmadığını hissine kapılmanız normal ki zaten oyunun hikaye olarak bir şey vadetmediğini söylemek lazım. Böyle olması yüzünden oyundaki konuşmaların önemsiz olduğunu düşünebilirsiniz, aslında bir nebze olsa da haklısınız ama oyundaki konuşmaların önem barındırmasının nedeni hikayeden çok sahip olduğu mizah diyebiliriz.
Komiklikler şakalar
Oyunun asla kendini ciddiye almadığını söylemem lazım. The Messenger kendisinin klişe bir hikayeye sahip olduğunu biliyor ve bunun üzerine bir dünya kuruyor. Oyun içindeki karakterlerin yer yer 4.duvarı kırarak bir oyunda olduğumuzu hatırlattığı anlar bile mevcut. Böylesine komik espriler barındırması oyundaki karakterle konuşmayı ilginç hale getirmeyi başarıyor. Ne zaman birini görsem biliyorum ki güzel bir şakayla karşılacağım. Hatta başımıza şapka aldığımız sekans oyunda en eğlendiğim yer oldu. ‘’Boşver oyunu hala şapkanın güzelliğini aşamadım’’
The Messenger tamamen ne yaptığının farkında
Klişe bir hikayeye sahip olması The Messenger’ı kötü bir oyun yapmıyor aksine bu oyunun klişe hikayesi, hikaye anlatımıyla birleşince daha da güzelleşiyor. Spoiler vermeden anlatmam gerekirse oyun lineer olarak ilerlerken bir anda geriye dönük şekilde oynamaya imkan veriyor. Metroidvania elementlerinin ortaya çıktığı nokta da tam olarak burada devreye giriyor. Tabii ki bu oyunun en güçlü olduğu alan metroidvania elementleri değil, bunlar daha çok hikaye anlatımının ve level dizaynının bir yan öğesi olarak bulunuyor. Hollow Knight seviyesine yakın bir metroidvania gibi gözünüzde canlandırmayın daha mütevazi bir hali gibi düşünebilirsiniz. Zaten fazlasını da beklemiyorsunuz çünkü karşılaştığınız da sizi şaşırttığı için o etkiyle başka şeylerle kıyaslamayı kafanızda bırakıyorsunuz.
Oynanış
The Messenger temel olarak bir aksiyon/platform oyunu. Doğru zamanlarda saldırılardan kaçıp doğru zamanda doğru yere zıplama üzerine kurulmuş bir oynanışa sahip. Yanımızda gezen Quarble isimli bir yaratık ise her öldüğümüzde bizi en son checkpoint noktasında hayata getiriyor. Bu sayede çok fazla zaman kaybetmiyoruz ve oyunda hata yapmak külfet haline gelmekten çıkıyor. İlerledikçe platform öğeleri zorlaşsa da düşmanlar pek zorlaşmıyor. Combat’a dair en güzel şey oyundaki boss savaşları olduğunu söyleyebilirim. Her haritanın sonunda ilerlemek için kesmemiz gereken bir boss mevcut. Her boss’a birbirinden farklı ve kendine özgü yaratıcı saldırı çeşitleri eklenmiş. Yaklaşık olarak her boss’un 5-6 adet birbirinden farklı saldırısı mevcut. Bu saldırıları ezberledikten sonra tek yapmanız gereken doğru anda doğru hareketi yapmak oluyor. Okurken kulağa pek eğlenceli gelmese de oynarken boss dövüşlerinin keyif verdiğini söyleyebilirim.
8-bit mi 16-bit mi? Peki neden ikisi bir arada olmasın?
Piyasaya çıkan işlerden farklı olarak anılmak istiyorsanız en azından bir gimmick’iniz (hileniz) olması lazım. The Messenger’da ise bu gimmick oyunun 8-bit’den 16-bit’e dönüşmesi oluyor.
Bu dönüşün kalıcı olacağını düşünürken oyun sizi şaşırtmaya başlıyor. Yaklaşık olarak oyunun ortalarında olan bu dönüşüm haritanın belli noktalarında bulunan geçitlerden geçince anlık olarak 8-bit ile 16-bit arasında geçiş yapıp haritadaki platformların yerlerini değiştirmeye başlıyor. Bu da oynanışa başarılı bir şekilde yedirilmiş vaziyette çünkü ilerlemek için bu geçitlerden geçip haritayı değiştirerek kendinize ilerlemek için yol yaratmanız gerekiyor.
Değişen sadece haritalar değil
The Messenger’ın ortalarındaki bu değişim sadece haritayı değil oyunun türünü de değiştiriyor. Lineer şekilde ilerleyen aksiyon/platform oyunundan, metroidvania bir oyuna dönüşüyor. Oyunun ilk yarısı platformlar arasında düz bir şekilde ilerleyip düşmanları kesmek şeklindeyken diğer yarısında yeni yeteneklerimiz ile haritalara bambaşka bir gözle bakıp, yeni alanları keşfedip gizemli eşyaları aramaya başlıyoruz. İlk 4-5 saatten sonra oyun dallanıp budaklanıyor ve bambaşka bir deneyime dönüşüyor. Bu dönüşümü de kendi içinde sahip olduğu mekaniklere çok güzel yediriyor.
8-bit olan haritayı portal aracılığı ile değiştirdiğimiz de sadece harita değil çalan müzik de değişiyor. Aynı müziğin 16-bit versiyonunu dinlemeye başlıyoruz. Bu ve bu gibi ayrıntılara gösterilen özen sizi şaşırtmaya yetiyor.
Yeni eklenen haritalar ile mevcut haritaların içeriğindeki değişimle oynanış süresi ciddi şekilde artıyor.
Değerlendirme
The Messenger ilerledikçe beni şaşırtan adeta gizli hazine olarak nitelendirebileceğim bir oyun oldu. Sahip olduğu mekanikleri odağını kaybetmeden başarılı bir şekilde aktarması ve kuvvetli mizahi yönü ile oynamayı keyifli hale getiriyor.
Retro gözükmesine rağmen modern bir oynanışa ve akıcılığa sahip olması beni memnun etti. Eğer bu türe meraklıysanız sizi çok keyifli saatlerin beklediğini söyleyebilirim.
Gamepass üyeliğine sahipseniz ücretsiz olarak deneyebilir veya satın almak istiyorsanız bütün platformlardan ulaşabilirsiniz.
Nintendo Switch, PlayStation, Xbox ve Pc’de oynayabileceğiniz bu oyuna başlamak için bekliyorsanız umarım bu yazı gereken itiş gücünü sağlayabilir.
Comments